Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hamilelik Notları - 1

Uzunca bir ara vermenin sebebi hayatımın en güzel dönüm noktasında olmam; bir bebek bekliyor olmam. 20 haftalık hamileyim ve bir oğlumuz olacak. Evet, saatlerce bu konuda konuşabilirim ama duygularımı kısaca özetlemeye çalışacağım.  İzmir'e geldiğimden beri bir işim olsun, sonra bebek düşüncesi içindeydim ama iş bulma sürecim planladığımdan çok daha uzun sürdü. Bu arada çok da planlı olmayan şekilde bebek beklediğimi öğrenince, her şeyi akışına bırakmanın ne kadar doğru bir karar olduğunu gördüm.  İçimde minicik bir bebek olduğunu eşimin doğum gününde öğrendik. Eşime, kendime dünyanın en güzel hediyesi vermiş oldum.  30 yaşımı doldurmadan bir bebeğim olsun çok istiyordum ancak hep hayat şartlarını düşünmekten bu kararın mantıklı olmayacağını düşünüyordum. Ama öğrenir öğrenmez aslında tam da istediğimin bu olduğunu görmüş oldum. Şükür ki hazır olduğumuz bir zamanda oldu. Maddi hazırlıkları bir kenara bırakıyorum, en büyük hazırlık manevi olan. Hazır olmadan yapılabi

Bir Ömürlük Misafir

İşe yeni başlamıştım. Hayatımın amacına ulaşmış, İstanbul'da iyi bir iş bulmuştum ve çok mutluydum. Her gün Kadıköy'den Maslak'a gidip gelirken servis güzergahımız değişti. Ne olduysa da bundan sonra oldu. Servis Karacaahmet Mezarlığı'nın önünden geçmeye başlarken ben de hayatın anlamını sorgulamaya başladım. Neden çalışıyorum kısmını geçmiş, öleceksem neden yaşıyorum aşamasına terfi etmiştim. Bu düşünceler zaman zaman şiddetlense de iş hayatı sorumluluğu, yaşama sorumluluğu bir nebze hafifletti. Bir bakıma bir amaca adadım kendimi. Bende böyledir, önüme hedef koyamazsam yapamam. Lisede üniversite sınavlarına hazırlarken kendime Odtü Gıda Mühendisliği hedefi koymuştum, sıkı da çalışıyordum, sonra bir gün Odtü'yü görmek nasip oldu. Hayatımda da hiç o zamana kadar üniversite görmemişim. Yazın ortalıkta hiç öğrenci yokken bana o kadar soğuk göründü ki birden amacım bu muymuş dedim, boşluğa düştüm. Yoksa kesin Odtü'yü kazanırdım :)  Nereden geldim bu konuya? He

Mozart in the Jungle

Resim
Biraz motivasyon eksikliği, biraz depresif bir halde iseniz Mozart in the Jungle 'ın sizi biraz keyiflendireceği garanti :) Bir bölümü ortalama 25 dakikadan oluşuyor ve New York Senfoni Orkestrası'nda çalan insanları, ilişkilerini anlatıyor.  Klasik müziği öyle sıkmadan izleyene geçiyorlar ki diziyi bitirdiğim günden beri klasik müzik dinliyorum.  Ama bu dizide en çok sevdiğim, bende ise en az olduğuna inandığım şey insanların bir şeye kendini adamaları, vazgeçmemeleri; inandıkları, sevdikleri meslek için özverili çalışmaları oldu.  Müzikle uğraşım hep utanç verici anılardan ibaret olmasına rağmen bir enstrüman çalmak istedim.  Kısaca bu dizi bana çok iyi geldi. O zaman Rodrigo'ya! :)

Son Okunanlar Üzerine / Huzursuzluk ve Katip Bartleby

Resim
Huzursuzluk - Zülfü Livaneli Zülfü Livaneli'nin tüm kitaplarını okumadım ama Mutluluk'un hem kitabını hem filmini çok sevdiğim için her zaman bir şans tanıyorum. Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı'ndan sonra biraz kafamı dağıtmak için çok satanlara yöneldim. Normalde pek alışkanlığım değildir çok satanlar bölümüne uğramak. Ama daha önce de sırf bu inadım yüzünden yıllarca Kürk Mantolu Madonna'yı okumamış olmam, okuduktan sonra beni hayli üzmüştü. Böyle duygular içinde Huzursuzluk'u aldım.  Huzursuzluk, Ezidiler hakkında biraz bilgi sahip olmak dışında, bende bir etki yaratmadı.  Beğenmediğim ilk nokta cümlelerin gereksiz uzatılmış olması ve popüler durumlardan yararlanılmasıydı. Örneğin, 28, sayfada  eskiden İslamın başka türlü olduğunu anlatan  şu cümle: "Namaz kılan babaannelerin önünden geçtiğinde ya da secdeye vardığı sırada, namazının bozulacağından korkan zavallı kadının sadece okuduğu duanın sözlerini daha yüksek sesle tekrarlamaktan

Baharla Raks

Resim
Hava ılık ılık esiyor, güneş var. İçimde güzel şeyler olacağına dair bir his, aklımdaki her şeyi yapabilecek bir cesaret, hiç üzülmeyecek gibi bir mutluluk var. Ben Her Bahar Aşık Olurum'u dinliyorum. Alabildiğine koşmak, dans etmek geliyor içimden. Bahar geldi artık silkelenme zamanı, dirilme zamanı.  Koşturarak akıp giden zamanı unut, dur bir an! Bak şu ana; geçmişine, geleceğine değil, akşam ne yapman gerektiğine değil. Yarın hangi toplantılar olduğunu düşünme. Şimdiden başka ne var elinde? Bir çay al, güzel bir şeyler oku, bir şarkı dinle. Burun deliklerinden giren nefesi fark et. Yaşadığını hisset! Bu dünyayı bir ziyaret olarak gör, bu ziyaretini en güzel şekilde değerlendir. Bahaneleri at bir kenara. Unut keşkelerini, pişmanlıklarını. Şimdinin tadını çıkar. 

Yabancı

İzmir'e gelmeden önce bir yazı* okumuştum; beyaz yakalıların İzmir'e yerleşme hayalinin tekrar düşünülmesi ile ilgiliydi. En çok şaşırtan arkadaş gruplarının sizi hemen kucaklamayacağı ile ilgili maddeydi ve gülmüştüm. Sonra bu yazıyı unuttum.  Yabancı olma hissini bu ana kadar yaşamadığımı fark edince bu yazıyı anımsadım. Bu hissi ne Zonguldak'tan Eskişehir'e gittiğimde, ne de Eskişehir'den İstanbul'a gittiğimde yaşadım. Eskişehir'e gittiğimde ilk sene halam ile yaşamış olmam ve zaten tüm arkadaşlarımın başka şehirlerden gelmesi kendimi yalnız hissettirmemişti. İstanbul ise yerlisinden çok yabancıların olduğu bir şehir; İstanbul'da yalnız olmak beni korkutmamıştı. Kuzenlerimin ve kardeşimin olması tabii ki bir avantajdı. Arkadaş açısından ise başta soğuk, ukala gibi görünseler de içlerine girmek, beni aralarına alması uzun sürmemiş ve gerçekten sağlam arkadaşlıklar kurmuştum.  İzmir'de ise tam tersi, başta çok daha sıcaklar, ama zaman geçtikç

Çalışmamak, Düşüş, Karışıklık, Minik Bir Karar

Neredeyse 6 aydır çalışmıyorum, ve artık mutlu dinlenme süremin bitmiş, motivasyonumun düşüşe geçtiğini fark ediyorum. Bu aralar hiç bir şey yapmak istemiyorum. Ülke olarak zaten tarih boyunca görebileceğimiz en kötü dönemlerden birindeyiz. İş bulmak da gerçekten kolay bir şey değil. İzmir'in bu yönden kapasitesi az ama potansiyeli var. Gelecek vaat etse de kısa dönemde beni tatmin edebilecek bir iş bulabilir miyim emin değilim. Tüm bu durumlar beni mutsuz yapıyor. Aslında o kadar özledim ki çalışmayı. Bu duyguyu hissetmek güzelmiş. İstanbul'da o kadar tükenmişim, yollarda o kadar zaman yitirmişim ki çalışmayı işkence olarak, kendimden uzaklaşma olarak kodlamışım. Şimdi düşündüğümde ise beni yıpratan çalışmak değil İstanbul'un kendisiymiş. İzmir'de ise evime yakın bir yerde çalışma imkanım olabilir.  Analizi, bir şey üretmeyi, test yapmayı çok özlediğimi fark ettim.Sosyalleşmeyi, giyinip makyaj yapıp işe gitmeyi de özledim. Para kazanmayı özledim. Şu an bun

Bugün Değil, Yarın (?)

Procrastination kelimesini ilk defa Ted konuşmalarında duymuştum. Sanırım izleyen bir çok insan gibi ben de anlatılanlara kendimi çok yakın hissetmiştim.  Procrastination'ı kısaca ertelemek olarak çevirebiliriz. Final haftasında ders çalışmak yerine dizi izlemek, teslim tarihine bir gün kala projeye başlamak çoğumuzun aşina olduğu ertelemeler. Peki ben neden erteleme yapıyorum? Tüm ertelediğim işlere baktığımda ortak noktaları şöyle ki: Yapacağım işin mantığımla  çelişmesi: Yapacağım işin bir faydası / çıktısı olacağına inancımın az olması Yapacağım işi sevmemem Yapacağım işin sadece bürokrasiye uyması için yapılması gerektiği Yapacağım işin başka birinin yarım kalan işi olması durumu Bu durumlarda ertelemeyi çok daha sık yapıyorum. İş kelimesi sadece iş hayatı için düşünülmemeli. Örneğin ütü yapmayı sevmiyorum ve pazartesiye kadar ütü yapmam lazım. Pazar gününe kadar aklımın bir köşesinde bu gerçekle yaşıyorum, bu beni huzursuz ediyor. Pazar günü de akşam s